Düşünen, fikir üreten, memleket adına kaygı duyan ve dününü özlemle arar hale gelen çok sayıda insan görüş beyan etti, yorum yaptı; endişeler, kaygılar, umutsuzluklar ve beklentiler dile geldi.
Yorumların hiç de iç açıcı olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Görüşlerini dile getirenlerin neredeyse tamamına yakını, yarınlardan umutlarını kesmiş durumdalar.
Erzurum’un fabrika ayarlarına dönmesinin mümkün olamayacağını belirtenlerin sayısı, oransal olarak yüzde 100’e yakın.
Deyin ki, herkes!
Aslına bakarsanız ben de aynı görüşteyim.
“Niye” derseniz!
Anlatayım:
Zaman içinde hayatını kaybeden, ya da başka diyarlara göçen; çarşının, pazarın, medyanın, sivil toplum kuruluşlarının ve sosyal hayatın ustabaşılarının yerini, iş değil işini bilen elebaşıların aldığına…
Üniversite mezunu gençlerin çağrı merkezlerinde, zor koşullarda çalışmaya mecbur bırakıldığına…
Komşuluk ilişkilerinin dibe vurduğuna…
Esnaflık kültürünün yok olduğuna ve şehirde esnaf kalmadığına…
Merhametin yerini acımasızlığın aldığına…
Dostluk ilişkilerinin pamuk ipliği kadar dayanıksız hale geldiğine…
Son derece sistematik şekilde işleyen çarkların, düne ait ne varsa hepsini acımasızca öğüttüğüne ve Dadaşlık kültürünü posa haline getirdiğine tanık olduğumdan dolayıdır ki, fabrika ayarlarına dönmenin mümkün olamayacağına kanaat getiriyorum.
Ancak tüm bu olumsuzluklar, bizim “havlu atacağımız” ve mücadeleyi yarıda bırakarak “pes” diyeceğimiz anlamına asla gelmiyor.
Erzurum’un sahip olduğu tarihi değerler, kadim şehir kültürü ve doğal zenginliğinin yanında vatan sevgisi iliklerine kadar işlemiş insan varlığı, bu şehrin yeniden ayağa kalkmasını sağlayacak önemli sermayesidir.
Geriye sadece İNANMAK ve gereğini yerine getirmek; yani yeni bir yol haritası çizmek ve yeni hedefler belirlemek kalıyor.
Ben bu şehrin silkinerek, ölü toprağını üzerinden atarak kendine geleceğine, eskiden olduğu gibi, yeniden Atatürk ve Erzurum Teknik Üniversiteleri’ndeki (ETÜ) bilim insanlarının öncülüğünde bölgesinin parlayan yıldızı halini alacağına yürekten inanıyorum.
Ya siz?