Dolar 32,5689
Euro 34,8836
Altın 2.438,88
BİST 9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum 24°C
Az Bulutlu
Erzurum
24°C
Az Bulutlu
Per 23°C
Cum 20°C
Cts 21°C
Paz 21°C

KİBİR

KİBİR
28 Şubat 2019 09:16 | Son Güncellenme: 28 Şubat 2019 09:18

KİBİR, kendini güçlü zanneden zayıf karakterli insanlara ait bir hastalık. Büyüklenmek, büyüklük taslamak, ululuk iddia etmek. Kendini başkalarından yüksek görerek onları aşağılamakla nüksediyor. İnsanın içinde yaşayan, kişinin derinliklerine yerleşen, habis ruhlu bir tümör, olarak görenlerde var.

Hz. Peygamber(s.a.v.) kibri; “Hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemek” olarak tarif ediyor. Kibir hastalığını bencilliğe ve  “Ben”(Ene-Ego) hastalığının da tetikleyicisi. Yani hastalık üreten bir hastalık.

Hz. Ali, kişinin kendini beğenmesini aklının zayıflığına yoruyor. Kibir kişinin kendisini, vazgeçilmez, yenilmez, en üstün, en akıllı görmeye her alanda nüksedebilir.

Tarihten bir âlimden örnek verelim, gerisini siz tasavvur ediniz.

Kanuni Sultan Süleyman döneminin meşhur Şeyhülislamı

Zembilli Ali Cemali Efendi için anlatılır.

Hazret’e soru sormak pek güç işmiş. Kibrinden, gururundan kimse yanına yaklaşamazmış. Soru sorduklarında halden hale girer, havalanırmış..

Kimseyi direkt muhatap almaz, sorusu olan konağının penceresinden sarkıtılan zembile sorularını bir kağıda yazılı olarak bırakır, görevliler belli saatlerde bu zembili yukarı çeker, soruları alıp, sıralar Ali Efendinin önüne bırakırlarmış..

Cevapları yazılan kâğıtlar tekrar zembille aşağı sarkıtılır, soru sahipleri cevaplarını alır okurlarmış.

Günlerden bir gün bir şahıs her nasılsa fetvahaneye girmiş ve Şeyhülislamla karşı karşıya gelmiş;

-Hocam müsaade ederseniz bir sorum var,sorayım..Demiş.

Şeyhülislam belli belirsiz başını sallamış..Yeri ve zamanı mı gibisinden. İstemeye istemeye şahsa;

-Buyur sor, müşkülün nedir? demiş.

Şahıs,

-Hocam Allah’ın ilminin yanında insanların ilmi ne kadardır? demiş.

Şeyhülislam şöyle hafifçe omuzlarını kaldırmış, kabarmış, orada bulunan kağıt tomarlarından büyükçe bir kağıt almış ve şahsın önüne sermiş.

-Bak efendi, Allah’ın ilmi sonsuzdur, bunu anlatmanın ve tasvir etmenin mümkünü yoktur. . Misal olması açsından söylüyorum. Sen farz et ki bu kağıt kadardır… Sonra eline diviti alıp hokkaya batırmış ve kağıdın ortasına küçücük bir nokta koymuş.

-Bak bu nokta var ya, bütün insanların ilmi işte bu noktadan küçüktür.

Şahıs hiç istifini bozmadan,;

-Peki, hocam sizin ilminiz bu insanların ilminin yanında ne kadardır?

Şeyhülislam Efendi bir an olduğu yerde kalmış. Adamı bir kere daha süzmüş, elindeki divit kâğıdın üstüne düşmüş. Boynunu hafifçe bükmüş, gözleri nemlenmiş..

-Anladım evladım.. Mesajını aldım.. Allah senden razı olsun. Bizim ilmimiz nedir ki.. Bana işin hakikatini gösterdiğin için Allah senden razı olsun.. demiş.. Kibri için Allah’a tövbe etmiş.

Derler ki o günden sonra fetvahanenin kapısı hep açık kalmış…

Kıssa bu..

İlmiyle(!) mağrur(!)olanlar için derler ki;“ilimle mağrur olan kişi, cehlini de idrâk edemez.”

Çevremizi bu kıssaya vurduğumuzda karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. Gözlem yapalım. Ve davranışlarımıza çeki düzen verelim

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.