Dolar 32,5004
Euro 34,6901
Altın 2.496,45
BİST 9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum 20°C
Az Bulutlu
Erzurum
20°C
Az Bulutlu
Cts 16°C
Paz 18°C
Pts 18°C
Sal 22°C

KİMDİR DADAŞ, ANLATAYIM!

KİMDİR DADAŞ, ANLATAYIM!
8 Ekim 2017 14:01

ŞEHİRDE YAŞAMANIN BEDELİ!

“ŞEHİR, bir ahlak meselesidir” diyor, Sadettin Ökten.

Bugünkü yazımda Sadettin Ökten’in düşünceleri ışığında bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Kadim bir kültüre sahip Erzurum’da yaşamanın bir bedeli, bir ahlakı müeyyidesi vardır.

Türkiye’de, Erzurum dışında hangi şehre giderseniz gidiniz, size kimliğinizi sorduklarında ve siz de “Erzurumluyum” dediğinizde ikinci soru şu olacaktır: “Dadaş mısın?”

Doğrusunu söylemek gerekirse, vereceğiniz cevap, bir kimliği, ağır bir sorumluluğu üstlenmenin karşılığı olacaktır.

Dadaşlık öyle herkesin altından kalkacağı bir kimlik değildir.

Lütfi Sezen hocamızın tarifiyle:

“Dadaş, örf, âdet, gelenek ve göreneklerine bağlı, aynı zamanda yeniliklere açık olan Erzurumludur. Dadaş, haksızlığa, yolsuzluğa, bencilliğe, çıkarcılığa karşı olandır. Dadaş, zamana ve ortama göre renk değiştirmeyen, ilkelerinden ve kişiliğinden taviz vermeyen karakter timsali olan kişidir. Dadaş, yabancıların, yoksulların, kimsesizlerin hak ve hukukunu kendi hak ve hukukundan daha çok koruyan, insanî ve evrensel değerlerin bilincinde olan kişidir.”

Yani dadaşlık bir ahlak meselesidir. Dadaş demek, İnsan-ı kâmil formatında insan demektir. Dadaşlık Erzurumluya ait bir sıfat olmasına rağmen, her Erzurumlu dadaş değildir.

“Çünkü dadaşlık öyle rastgele kazanılmış bir unvan değildir. Sağlam bir kişiliği olmayan, soylu bir ruh asaleti taşımayan; mert, dürüst, namuslu, cesur, özü sözü bir olmayan, zayıf ve kimsesizleri korumayan, kaypak, dönek, vefasız kişileri “dadaş” olarak tanımlamak; dadaşa ve gerçek Erzurumluya yapılan en büyük haksızlıktır.

Kısacası, dadaşlık kavramının içinde zerre kadar kötülük, korkaklık, cimrilik, duyarsızlık, kalleşlik, kıskançlık yoktur. Dadaş, yardımseverlik ve fedakârlığı ilke edinmiş özü sözü bir kişidir. Bu karakterini titiz bir kıskançlıkla muhafaza edebilen her Erzurumlu dadaştır.”

Alev Alatlı, Dadaşlığın altını Erzurumluluk tanımında daha kalın çizgilerle çizer:

“Erzurumluluk, Haysiyetliliktir, erdemliliktir. Cesarettir, mertliktir; samimiyettir, sadakattir, vefadır; mükemmel ahlâktır; tükenmez bir sevgi ve kârsız bir saygıdır. Erzurumlu, olay ve fikirleri araştırır; insanların ayıplarını asla araştırmaz. Erzurumlu, söylenene bakar, satır aralarının peşinde olmaz. Merttir ama patavatsız değildir. Cömerttir ama müsrif değildir. Yüreklidir ama saldırgan değildir. Samimidir ama ahmak ve aptal değildir. İnançlıdır ama yobaz değildir. Hasılı Erzurumluluk, Hazreti Kur’anı’n eşrefi mahlûkat olarak tarif ettiği insan olmaktır.”

Şimdi “Hazreti Kur’anı’n eşrefi mahlûkat olarak tarif ettiği insan olmak” şeklinde ifade edilen bir insan olmanın sorumluğu ile bir şehrin kimliğini üstlenme her babayiğidin kârı mıdır? Böyle bir soruyu sorabiliriz kendimize ve Erzurum’a yeni çehre, imar-düzen, plan verirken bir değil bin kere düşünmemiz gerektiğini aklımızdan asla çıkartmamalıyız.

Caddemiz, sokağımız, parkımız, sitemiz, evimiz ile yukarda saydığımız özelliklere ne kadar uyabiliyoruz?

Erzurum kimlikli bir şehirdir. Onunla rastgele oynadığınızda, gelecek adına tarihi bir vebali peşin peşin üstlenmeyi göze alıyorsunuz, tarih tarafından sorgulanacağınızı biliyorsunuz demektir.

Daha yaşanabilir konutlar siteler, beldeler inşa etme adına, daha kimlikli daha güzel şehir yapamıyoruz. Sadece dünyadaki mimarinin kötü kopyalarını şehrimize taşıyoruz o kadar!

Erzurum’a kurduğunuz sitelerin İsrail’dekinden, Yunanistan’dakinden, Almanya’dakinden, Fransa veya Amerika’dakinden farkı nedir?

Hani biz Müslümandık, kadim bir medeniyetimiz vardı?

İnançlarımız, geleneklerimiz farklı(!) olduğu halde, neden Yunanistan veya İsrail’deki binalardan farklı evler yapamıyoruz, yapmıyoruz?

Konut, bir ahlakı yaşayışın, bir kültürün, bir sosyal dokunun en küçük ölçekte yaşandığı bir yuvadır. O yuvayı inşa ederken, planlarken başka kültürlerden kopya ederek inşa edip yeni yerleşim yerleri kurduğunuzda, alıntı yaptığınız projenin kültürel, sosyal ve ahlaki unsurları da ister istemez size yansıyacaktır.

Batılı sistemin teknolojisiyle üretilmiş araç ve gereçleri (Buzdolabı, bulaşık makinası, çamaşır makinası vs.) evimize doldurduğumuzda, yine o sitemin o araç ve gereçleri çalıştırmak için, üretilen yan ürünleri (Deterjanlar, gıda maddeleri vs.) de bir kültür olarak evinize sokacaksınız demektir.

Diyeceksiniz ki, bu çok anlamsız bir düşünce.

Evet, öyle, katılıyorum.

Ama itirazım şuna:

Hem muhafazakârlık taslayıp, hem de liberal-kapitalist gibi davrananların ikiyüzlülüğü yanında bu düşünce çok da anlamsız değil.

İslam’ın mahremiyet unsurları 10 katlı asansörlü bir bina da nasıl uygulanacaktır?

Sekizinci kata çıkacak bir bayan ile 9’uncu kata çıkacak bir erkek, asansörlde ister istemez bir arada olacaklardır.

Bu, batılı yaşam tarzının bir gereği iken Müslüman olarak imar ettiğimiz yeni sitelerde, binalarda bunu gerçekleştirmek nasıl mümkün olacaktır?

Mümkünlüğü kimliğimizden ödün vererek gerçekleşecektir.

Eski evlerin mahremiyeti ne tuvalet sistemimizde, ne banyo sistemimizde de yoktur. Bitişik konutun veya alt konutun veya üst konutun mahremiyeti ne derece sağlıklıdır. Herkes bu konuda sıkıntılı değil midir?

Bunların hepsi üzerinde uzun uzun tartışılması gereken ahlaki sorunlardır.

Bugün dadaş kimliği de ne yazık ki, bu sorunların altında kalmıştır.

Yeni yerleşim yerleri oluşturur ve yeni alanları imara açarken manevi ve tarihi dokuyu da dikkate almak milli hassasiyet adına çok önemlidir.

Yapılanlara baktığımızda yeni bir hayat tarzı adına maneviyatı kaybediyoruz.

Bugün Erzurum’un bütün dertleri çözülse “Neyi kurtardık, neyi kazandık?” sorusuna vereceğimiz cevabımız maalesef yoktur.

Büyük bir açgözlülükle, kentleşme adına yıkıp yok ettiğimiz alanlarda, mahalle ve sokak aralarında kalmış mezar ve türbeler bile gözümüze batar oldu.

Bundan 50, 60 yıl önce şehir içerisinde bulunan 36 adet mezarlığın üzerine nasıl ki, kamu kurumları, okullar, sağlık ocakları, lojmanlar dikerek tarihi kimliğimizi yok edip,şehrin hafızasını sildiysek, bugün de o tarihi-kültürel dokudan kalanları yok etmekte bir sakınca görmüyoruz.

Sadettin Ökten, hem şehir kurmanın önemine hem de hayatın akışına yönelik tespitlerine “nispet” ve “iktifa” prensipleri tarafından da değiniyor.

Nispeti, kısaca bir şeye göre oran, iktifayı ise yetinme, yeterlik olarak tanımlayabiliriz.

Anlatımını örneklerle zenginleştiren, zaten açık olan üslûbunu daha da anlaşılır kılan Sadettin Ökten Hoca, nispet ve iktifayı kitabının temeline oturtup bu konuyu da örnekleriyle okura anlatıyor:

“Yani bir evliya türbesinin yanına bir gökdelen –hatta sekiz katlı bir gökdelencik deyin- dikerseniz, o evliya türbesine muhtemelen önem vermiyorsunuz demektir. Bu meseleyi isterseniz alın, Kâbe’ye kadar götürün. Hiç fark etmez! İnsan nispetle yaşar hayatta…

İkinci prensip olarak iktifa ise şöyledir: Her fiziksel veri size belli bir imkân sunar.

Bunun en anlaşılırı, mesela otomobil alıyorsunuz, prospektüsünde dört kişiliktir yazıyor. ‘Bagajı şu kadar yük alır, şu kadar benzin alır.’ diyor. Bu demektir ki o otomobili kullanırken o şartlara uyarsanız belli bir limit içinde güvenli kullanırsınız. Ama öyle yapmadığınız zaman, dört kişilik arabaya sekiz kişi koyduğunuzda o güvenlik ihlal edilir. Aynı şey şehirde var.”

Sadece Kâbe örneği bile Hoca’nın derdini anlamaya yeterli aslında.

Çok katlı gökdelenlerle, Zemzem Tower’larla Kâbe’yi küçücük bırakanları ciddiye alanlar maalesef ki, çevremizde de bolca mevcut. Bahaneleri ise, “O kadar insan nerede kalacak?”

İslâm’a düşman birini getirip “Kâbe’yi itibarsızlaştırıp önemsizleştirin” desek, şu anki duruma getiremezdi.

Öyle ki Kâbe fotoğraflarına bakarken, etrafındaki gökdelenlerden görebilmemiz için büyüteç kullanmamız gerekiyor artık.

İşin tuhaf tarafı bu, kimseye önemli bir sorun gibi görünmüyor. Kâbe’yi bir gökdelenden seyretmek veya herhangi bir yerdeki mübarek mekânlara tepeden bakmak insanların hoşuna gidiyor.

Sadettin Hoca bunun mücadelesini veriyor.

Anlayan kaç kişi?

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.