Dolar 32,5811
Euro 34,8042
Altın 2.505,56
BİST 9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum 20°C
Az Bulutlu
Erzurum
20°C
Az Bulutlu
Cts 16°C
Paz 19°C
Pts 19°C
Sal 23°C

MENEKŞE GÖZLÜ HOSTES

MENEKŞE GÖZLÜ HOSTES
5 Eylül 2020 17:52 | Son Güncellenme: 5 Eylül 2020 17:58

TÜRK Hava Yolları’nın (THY) Erzurum- İstanbul seferini yapan yolcu uçağının servis kabinin önündeki koltuğa oturdu. Koridor kenarında kemerini bağlamadan önce çevresine bakındı. Kırlaşmış dağınık saçlarını düzeltti. Sağ eliyle Vakko kravatını gömleğinin yakasından gevşetti. Her zamanki gibi mütebessimdi. Ceketinin sol mendil cebinden güneş gözlüğünü çıkarttı. Köpek derisinden yapılma güderiyle gözlüğünün camlarını sildi. Gözlüklerini taktı. Diğer yolcular da koltuklarına oturdu. Ön koltuk cebinden THY’nin seyahat dergisini çıkardı. Kapak resmine ve içeriğine kısa bir göz attıktan sonra dergiyi yerine koydu. Sabah evden çıkarken parfümden sıkmış, dişlerini fırçalamıştı. Sigarasını keyifle yakmıştı. Yaklaşık 2 saat sürecek yolculuk boyunca sigara içemeyecekti. Ama olsun çok da içmiyordu. Sadece imaj olsun diye yanında şarapla yıkanmış havana purosu taşıyordu. Onu da katıldığı önemli toplantılarda, davetlerde, Zippo çakmağı ile yakıp kokulu dumanını üflemekten keyif alıyordu. Dışarıda karla kırışık yağmur vardı. Erzurum’da nisan sonuna kadar kar yağardı. Gazeteci olarak nisan aylarında nice kar haberi yapmıştı. Bademler batıda çiçek açarken Erzurum’da kar yağıyordu. Kar taneleri pistin üzerine düşer düşmez eriyordu. Yolcular yerlerine yerleşmiş, uçağın kapıları kapanmıştı. Hostesler oturduğu koltuğun hemen arkasındaki kabinde yerlerini almıştı. Servis kabini ile yolcu kabini arasındaki bölmenin açık füme rengi perdesi kapatılmamıştı. Lacivert etekli, menekşe gözlü, uzun boylu sarışın hostesin büyüleyici varlığını fark etti. Bir yakını arar gibi gözlüklerinin ardından hostesle göz göze gelmeye çalıştı. Hostes ise kırlaşan saçlarında martıların kanat çırptığı İhsan’ın sessiz çığlığını duymuyordu.

 Bu kaçıncı uçak yolculuğuydu hatırlamıyordu. Kaçıncı hostesle göz göze gelme arzusuydu bunu da unutmuştu. ‘Hayatta güzel hatırlanacak ne vardı ki zaten. Hatırladıklarının kölesi olursun. Köle ruhlu olmak ise bana ters.’ diye içinden geçirdi. Diğer hostesle fısıltı şeklinde konuşan menekşe gözlü hostesin sesini rahatça duymak için koltuktan kaykıldı. Ani bir hareketle başını geri çevirdi. Göz göze geldiler. Zaman durdu. Sesler sustu. Hercai yaşamış İhsan, menekşe gözlü sarışın hostesin gözlerinde kayboldu. Sarışın hostesin uçuş öncesi talimat konuşmasının bile kendisine getiremediği İhsan, uçak yolculuğundan önce iç yolculuğuna çıkmıştı. Yağmur yerine kara bıraktı. Kendisi ise koca bir kar tanesini andıran beyaz renkli uçağın içinde bir hiç hükmündeydi…

Radyodan gün boyunca ‘Ajans haberlerini dinleyen annesi Güzin Hanım aklına geldi. Annesinin radyodan ajans haberlerini kasede kaydetmesi ve gece geç saatlerde matbaadan gelen eşi Şamil’e dinletmesini zamansız olarak hatırladı. Kendisi 1960’larda üç- dört yaşlarındaydı. 2 odalı sobalı evde o zamanların tek lüksü radyo dinlemekti. Manifaturacılık yapan Şamil Bey, siyasete atılmak için arkadaşlarının ricasıyla yerel bir gazeteye ve baskı tesisine ortak olmuştu. Şamil Bey, matbaa işleriyle uğraşırken, Güzin Hanım’da radyo haberlerini kasete kaydediyordu. Gece geç saatlerde dönen Şamil Bey, eşiyle kaset kayıtlarını birlikte çözüp, daktilo ediyordu. Sabah ise sarı teksir kağıdına yazdığı haber metinini baskıya girmesi için mürettip Mevlüt’e veriyordu. Yıllar böyle geçmişti.

7 yaşındayken babası oyuncak fotoğraf makinesi almıştı. Flaşı patlayan makine gerçeğine benziyordu. Bir yaz akşamı belediye binasının yakınındaki kollu baskı makinesinin bulunduğu matbaadan babasıyla asayiş uygulamasını haber yapmak için dışarı çıkmışlardı. İhsan oyuncak makinesini boynuna asıp, babasıyla kadın doğum hastanesinin önündeki uygulama noktasına gitmişti. Sivil ve resmi polislerin yanında iri cüsseli, kır saçlı birisi talimat veriyordu. Polisler koşturuyorlardı. Şamil Bey’in yanından ayrılan İhsan, oyuncak fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekerken, kır saçlı adama çarpmıştı. Asayiş uygulamasında 7 yaşındaki bir çocuğun ne işe vardı. “Kimin bu çocuk. Götürün bu çocuğu.” diye talimatı üzerine polisler hemen İhsan’ın kolundan tutmuşlardı. “Ben babamın oğluyum. Kimse değilim. Sen kimsin” diye çocuk yüreğiyle resmi otoriteye kafa tutmuştu. Bu sırada Şamil oğlunun yanına gelmiş, “Sayın valim benim oğlum. Muhabirliğe meraklı. İşin mutfağında pişsin, öğrensin diye yanımda getirdim. Lütfen mazur görün” diyerek özür dilemişti. Vali ise acar çocuğun üç numaraya vurulmuş saçlarını okşayarak, “Şamil Bey, oğlunuz ileride iyi bir gazeteci olacak. Baksanıza devletin valisine bu yaşta kafa tutuyor.” demişti. O gece eve dönmüş oyuncak fotoğraf makinesiyle yatağa girmişti. Artık bir gazeteciydi. Polislerle uygulama noktasında anarşist aramışlardı. O ise uygulama süresince oyuncak makinesinin flaşıyla nice muhteşem kareler çekmişti…

Karyolasına uzanmıştı. Koynunda fotoğraf makinesiyle ertesi gün çıkacak gazete haberini okur gibiydi. Gözlerini uyku tutmamıştı. Anarşistler kaçıyor, polis kovalıyor, polis tamburalı tüfeğiyle ateş açıyor, anarşistler karşılık veriyordu. Kovalamaca, çatışma anını kare kare fotoğraflamıştı. Anarşistler çıkmaz bir sokakta kıstırılmıştı. Polisin ‘teslim ol’ çağrısına uyan anarşistler teslim olmuştu… Uykuya gözleri yenik düşmüştü. Bu gözler, yıllar sonra nice güzel gözlere yenik düşecekti.

Uçağın kanat motorları çalıştı. Kar yağışı devam ediyordu. Hostesin gözlerine yenik düşmüştü. Hosteslerle tek taraflı nice platonik aşk yaşamıştı. Hepsiyle bir bahane ile konuşmuş, billur seslerini duymuştu. Nice isimsiz, gölgesiz aşklar yaşamıştı. Çıkmaz sokak aşkları. Şimdi yine bir bakışa aşık olmuştu. Dokunamıyordu. İşitiyordu. Görüyordu. Hepsi bu. Annesinin gözlerini de severdi. Gözlerinde cenneti görürdü. Şimdi cenneti toprak olmuştu. Babasını da yıllar önce kaybetmişti. “İhtiyar çınar, seni özledim. Arkamdaki dağdın. Şimdi dağlardan esen rüzgarda titriyorum.” diye söylendi. Uçak aprondan ayrıldı. Piste çıktı. Yan koltuktaki eski bir iş adamı olan Mahmut Bey, gözlerini kapamış kımıldayan dudaklarıyla dua ediyordu. Ön koltuktaki küçük kız çocuğu korkudan ağladı. Yan koltuktaki şişmanca yaşlı adam kemeri takma konusunda orta yaşlardaki kızıyla tartışıyordu. Kemeri bağlamamış ama kemer tokasını, pantolon tokasının üzerine bırakmıştı. Uzaktan bağlanmış gibi görünüyordu. Menekşe gözlü hostes varlığıyla uçağın havasını değiştirmişti. Sessizce ama çaktırmadan sarışın hostese kaçamak bakışlar fırlatıyordu. Fark edilmek için öksürüyordu. Önündeki dergiyi karıştırıyordu. Her gazeteci gibi medeni cesarete sahipti. Menekşe gözlü, sarışın hostesle konuşacaktı. Ancak uçak pistten ayrılmalıydı önce. Uçak hızla pisti terk etti. Uçak batı rotasında tırmanıyordu. Kulakları basınçtan kapandı. Uçak bulut kümesine girdi. Her yer sonsuz beyazlıktı. Bütün yolcular susmuştu. İhsan ise kendisiyle konuşuyordu. Düşünceleri arsız serçe gibi daldan dala konuyordu. Kaptan pilotun davudi sesiyle yaptığı güzergah brifinginin ardından kabinde oturmakta olan hostese, “Bakar mısınız lütfen.” diye seslendi. Kaşlarının altındaki göz kapakları belli belirsiz titredi. Sesindeki yumuşaklığa, nezaket cümleleri eşlik ederek, “Yastık var mıydı. Başımın arkasına koymak istiyorum.” Bu talebi kaç hostese yapmıştı rakam vermek zordu. Yumuşacık elyaf yastığa başını gömerek çokça yolculuk yapmıştı. Menekşe gözlü hostesin sesini işitmiş, verdiği cevabı heyecandan anlamamıştı. Bir dağ gölünün kıyısındaymış gibi mutlu ve heyecanlıydı. İstediği olmuştu. Platonik aşkının sesini duymuştu. Sesin ardından beyaz bir el kendisine uzandı. Üzerinde THY amblemi olan küçük yastığı uzatıyordu. Bu sevgiliden gelen bir çiçek gibiydi. Yastığı aldı. Derin bir nefes çekip, gözlerini yarı kapayarak göğsüne bastırdı yastığı. Anlık bir vuslatın ardından yastığı kafasının arkasına bıraktı. Başını aşka gömer gibi yastığa gömdü. Uçak beyaz bulut tarlalarının arasındaydı. İlerliyor muydu, duruyor muydu belli değildi. Aşk sarhoşu olmuştu. Ölmek ya da yaşamak anlamını yitirmişti. Gözünü pencereye doğru çevirdi. Varlığına anlam yüklemek istedi. Kocaman bir boşluk.

Nerden şimdi düştü aklına evliliği. Mutsuz bir evlilik. İki çocuk. Çocuklar da asi ve şımarık. Ama küçük kızı başkaydı. Canıydı, prensesiydi. Hayatın en güzel hediyesi oydu. Şimdi şu uçak düşse ölümüne en çok üzülecek olan kızıydı. Oğlu kısa bir yasın ardından unuturdu. Eşi bile unutmuş, ayrı yaşıyorlardı. Ama kızı öyle değildi. Prensesi ağlardı, hayat boyu ak saçlı, çılgın babişkosunun özlemle acısını yaşar, matemini tutardı. Kocayıp, asabi bir doktorun elinde hayatı aramaktansa, kızının tebessüm bakışları altında ölüme severek gidebilirdi. Uçak düşerken çığlık atmazdı. Menekşe gözlüsünün gözlerinde cennette giderdi. Yaşamak, yaşlanmak biraz da yasla anmaktı maziyi.

İstanbul’da katılacağı “Yerel televizyonların ulusal tv’lerle rekabeti’ konulu panele konuşmacı olarak katılacaktı. Konuşacakları üzerinde çok çalışmamıştı. Konuşmak biraz da yalana sarılmaktı. İşi konuşmaktı. Yazmayı çok sevmiyordu. Bulutların arasında motor sesi ve öndeki koltukta oturan yaşlı teyzeni kesik öksürükleri sessizliği bozuyordu.

 “Menekşe gözlümün sevgilisi, eşi var mıdır ? Herhalde vardır.” söylendi. Kolay aşık oluyordu. Aşık olmayı seviyordu. ‘Sevmek zor’ diye söylendi. Aşık olmak, bilinmeyene kanat açmaktı. Sevmek ise kanatlarının altına almaktı. Sevmek sorumluluk, fedakarlık, itina göstermek istiyordu. Zordu. Bunun için aşık olmak en kolayıydı. Uçuşun otuzuncu dakikasında içecek servisi başlamıştı. Menekşe gözlüsü, ‘Ne alırsınız’ sorusunu yönelttiğinde gayri ihtiyarı ‘viski’ demişti. Hostesin ‘maalesef efendim iç seferlerde viski servisimiz yoktur’ sözleri üzerine, ‘kahve alayım’ dedi. Menekşe gözlüsü, servis aracının arkasında kahvesini hazırlarken, yanağındaki ayva tüylerine gözleri takıldı. Kahvesini aldı. Yudumladı. Başını elyaf yastığına yerleştirirken, elindeki karton bardağı gözlerinin hizasına kaldırdı, bardağın kenarında belli belirsiz bakışlarını gezdirdi. Menekşe gözlüsü üzerine hayaller kurdu. Kaptan pilotun, alçalmaya başlayacaklarını belirterek anonsunu işitince kapadığı gözlerini açtı. Karton bardağı elindeydi. Hayal dünyasından uyandı. Aşık olmuştu. Tatlı, güzel bir duyguydu. Uçak birazdan Atatürk Hava Limanı’na inecekti. Menekşe gözlüsünden ayrılacaktı. Erzurum- İstanbul arası kadar uzun ve bir o kadar kısa süren bir aşktı bu. Havada başlayıp, havada biten bir aşk. Uçağın lastikleri piste değdi. Hız kesen uçak aprona yaklaşırken, gözleri menekşe gözlüsünü aradı. Uçak aprona yanaştı. Arka yolcu kapısı açıldı. Menekşe gözlüsü lacivert etek, beyaz gömleği ile melek gibiydi. El bagajını aldı. Kravatını saçlarını, güneş gözlüğünü düzeltti. Uçtan inerken, menekşe gözlere son kez baktı,” İyi uçuşlar” derken içinde derin bir acı filizlendi, boy verdi. Her aşk acıyla bitiyordu. Her acı yeni bir umuda, yeni bir aşka kapı açıyordu.”, “Platonik aşkım iyi uçuşlar. Gözlerini gözlerime hapsettim. Yüreğimde biriktirdiğim bakışların zirvesindesin. Ama hiçbir göz annemin gözleri kadar güzel değil bunu böyle bil.”

 SON

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.