BÜYÜK devlet adamımız, dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in vefatının ikinci yılında, sevenleri olarak huzurundayız.
Burası İslâmköy Çaltepe.
Üstü çiçeklerle bezenmiş bir mezarın başındayız.
İçerisinde O yatıyor.
Türkiye’nin makus talihini yenen adam.
32 yaşınnda DSİ Genel Müdürü,
42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı.
Yüzlerce baraj yaptı.
Çatlamış Anadolu ve Trakya topraklarına hayat verdi.
Ülke, karanlık çöktüğünde ışıksız bir kara parçasıydı.
40 bin köye elektrik, yol, su ve bir çoğuna kanalizasyon götürdü.
Fabrikalar yaptı, yüz binlerce insana ekmek kapısı açtı.
“Bizim mücadelemiz medeniyet mücadelesidir” dedi ve halkını medeniyete koşturdu.
“Konuşan Türkiye” diyerek, baskı rejimlerine meydan okudu.
“Medeni ülkelerde ne varsa, benim ülkemde de onlar olacaktır” dedi, önce bizi televizyona kavuşturdu, okullar, üniversiteler açtı.
“Yollar yürümekle aşınmaz” diyerek, insanların demokratik haklarını özgürce kullanabilmelerinin önünü açtı.
Kimseyi dava etmedi, kimseyi hapse attırmadı.
Kendisine küfreden adamı bile hapisten çıkarttı.
Türkiye, O’nun ilk iktidar döneminde yüzde 5 enflasyonla yüzde 7 kalkındı.
Türkiye, O’nun döneminde kendi kendini besleyen yedi tarım ülkesinden biri oldu.
Ne buğday, ne saman ithal etti.
Halk, bugünkü gibi, eti vitrinlerde seyretmedi, yemeğine katık etti.
Fotoğrafik hafızaya sahipti.
Bir sayfayı bir-iki saniyede okur, onbinlerce ismi hafızasında tutardı.
Okuduğu kitapların çoğu İngilizce idi.
İngilizceyi su gibi konuşurdu.
İnsanlara isimleriyle hitap ederdi.
Zeki ve esprili idi aynı zamanda.
Yok’ları var etti.
Var etmeden önce, “Benzin vardı da biz mi içtik?” diyerek insanları güldürdü.
“Beyefendi İngiliz Başbakanının elini sıkmayacaktınız” dendiğinde, “neresini sıkacaktım” cevabıyla yine güldürdü.
“Komünist Bulgaristan’dan elektrik alıyorsunuz” diye sataşan milletvekiline “elektriğin komünisti de mi olurmuş?” diye takıldı.
“Bu ülkeye ne yaptın?” diye soran öğrenciye, “Sen İstanbul’un neresinde oturuyorsun?” diye sordu.
“Kadıköy’de”
“Nerede okuyorsun?”
“Teknik Üniversitede?”
“Her gün üzerinden geçtiğin o köprüyü var ya, işte onu ben yaptım” diye cevap verdi.
Türkiye’nin Boğaz’ın üzerine ilk asma köprüsünü O yaptı.
İstanbul’a “Atatürk Kültür Sarayı”nı o armağan etti, şimdilerde yıkılacağı konuşuluyor.
Altı defa gitti, yedi defa geldi.
Darbelere muhtıralara muhatap oldu.
Katrilyonları harcayan O dürüst insana bir kör kuruşun bile hesabı sorulamadı.
Cumhuriyete ve devletimizin kurucusu büyük Atatürk’e laf söyletmedi.
İyi bir müslümandı.
Dini siyasete alet etmedi.
Camilere kameralar eşliğinde gitmedi.
Ara sıra Ankara Hacıbayram Camii’nde, sabah namazlarına yanına sadece şoförünü alarak gitti.
Vatandaşlar arasında ayırım yapmadı.
Güneyli’si, Kuzeyli’si, Batılı’sı, Doğulu’suyla herkesi kucaklayan bir Başbakan, bir Cumhurbaşkanı oldu.
Muhalifleri bile kendisini bu yönüyle taktir ettiler.
Mekânı cennet olsun.
Ruhu şâd olsun.
O’nu her geçen gün daha çok özlüyoruz.