Dolar 32,9449
Euro 35,7631
Altın 2.529,53
BİST 10.891,42
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum 23°C
Az Bulutlu
Erzurum
23°C
Az Bulutlu
Paz 24°C
Pts 27°C
Sal 26°C
Çar 26°C

ESKİ ERZURUM’U ARIYORUM!

ESKİ ERZURUM’U ARIYORUM!
13 Mayıs 2024 09:59 | Son Güncellenme: 13 Mayıs 2024 10:36

ERZURUM çoğu insanın bildiği gibi, Doğu’nun Paris’i olarak tanımlanırdı.

Belki Paris kadar modern bir alt ve üst yapıya sahip değildi.

Ama halkının mutlu ve huzurlu yaşadığı bir yerdi burası.

*

Her şeyden önce üniversite şehriydi Erzurum.

Yani ayrıcalıklıydı.

Yurdun dört bir yanından akın akın gelen binlerce öğrenciyi Allah Bu şehre ve insanına “velinimet” olarak nasip etmişti.

Gelenler eğitim görmek amacıyla geliyorlardı, ama o gençler aynı zamanda potansiyel birer müşteriydiler.

Tıpkı bugün yerlerinde yellerin estiği, Karskapı kışlalarından çarşı iznine çıkan askerler gibi…

Onlar da cumartesi ve pazar günlerini iple çeken şehir esnafının velinimetiydiler.

*

Erzurum’da asker sayısı “yok” denecek kadar azaldı, ama öğrenciler, yeterli maddi güçte olmasalar da, yine varlar.

Sonuçta kent ekonomisinin çarkı öğrenci harçlıklarıyla dönüyor!

Yaz aylarında okulların tatile girmesiyle birlikte kent ekonomisinin “stop” etmesinin tek sebebi budur.

*

Erzurum, çarşıları ile de bilinen bir şehirdi.

Vatandaşın her aradığını iyi-kötü bulduğu, hareketli, bin bereketin yağmur gibi yağdığı çarşıları AVM misali cıvıl cıvıl haldeydi.

*

Yaşadığımız evler, binalar genelde toprak damlıydı, her yağışlı günde damlardı.

Sıkıntı özellikle kış aylarında büyük olurdu.

Ama kimse halinden şikayet etmezdi.

Huzur iklimi hep eserdi evlerde.

Borç yoktu.

Kredi kartı illeti henüz yakamıza bulaşmamıştı.

Hele cep telefonu belası ile hiç tanışmamıştık.

Televizyon her evde yoktu. Olan da zaten siyah-beyazdı ve paket yayın yapılırdı.

Ama hayatımız bize göre renkliydi.

*

Namerde muhtaç değildik.

*

Soframızda bir kap aş’ımız. (sokakta, yerde bulduğumuzda öpüp başımıza koyduğumuz) bir parça ekmeğimiz illa ki, bulunurdu.

Çoğu zaman komşuyla da o aş paylaşılırdı.

Şükür dumanları yükselirdi soba bacalarından.

Kimse kıskançlık krizine kapılmaz, “onda var, bende niye yok?” demezdi.

*

İnsanlar genelde biri birini tanırdı.

Komşu değil sanki herkes akrabaydı ve hatta akrabadan da öteydi.

Komşusuz hayatın bir anlamı olmadığının hepimiz bilincindeydik.

*

Mahallenin yaşlıları, aynı zamanda önderleriydiler.

Düşünce ve görüşlerine itibar edilen, kadını-erkeğiyle hayat tecrübesi olan, “kanaat değil”“mahalle önderi”ydiler onlar.

Yerine göre, kimi vakit arabuluculuk yapar, küsleri barıştırır, kimi zaman danışılan bir konu hakkında görüş beyan ederlerdi.

Kimse saygıda kusur etmezdi o insanlara.

Sözleri, uyarıları, tembihleri de tutulurdu genelde.

*

Yaz aylarında, hava karadığında çocuklar, “yerler mühürlendi” der, istemiyerek de olsa evin yolunu tutardı.

Banyo yoktu evlerde.

Kazanda su ısıtılır, geniş bir teştin içinde, “yandım ana” feryatlarıyla, yana yakıla yıkanırdı çocuklar.

Büyükler hamama giderdi.

O, bambaşka bir kültürdü.

*

Market denilen bir kavramla da tanışmamıştık henüz.

Mahalle bakkalı, bizim her şeyimizdi.

Evin ihtiyacı olan birçok ürün “veresiye” olarak mahalle bakkalından alınırdı.

Bir veresiye defteri vardı bakkalın, uç kısımları genelde kıvrık.

Tüm alışverişler o deftere yazılır, borçlu kişi ay sonunda ya da başında borcunu öderdi, hemen peşine “yeni ve beyaz bir sayfa” açılırdı her daim.

*

O yılların çocukları olarak mütevazıydık.

Arasında artist fotoğraflarının yer aldığı Golden sakızı yüzümüzü güldürürdü o kadar.

Gofret, hele de çikolata lüksümüzdü.

Günümüzün doymak nedir bilmeyen çocukları gibi, annenin eteği, babanın ceketi çekiştirilerek “şunu al, bunu al, şunu da isterim, bunu da isterim” açgözlülüğü ve şımarıklılığı yoktu.

Oyuncak nedir bilmez, kendi oyuncağımızı kendimiz yapardık.

*

Mevla’ya emanetti Erzurum!

*

Doyasıya, son derece mutlu yaşadığım o Erzurum’u, çocukluğumu, çocukluğumun geçtiği mahallemi (Dere), çocukluk arkadaşlarımı, evlerinin kapıları genelde açık olan, kimseden izin istemeden içeri daldığımız komşularımızı fellik fellik arıyorum.

*

Biliyorum, benimki nafile bir arayış.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hiçbir şey geri de gelmeyecek.

*

Benimki sadece hayal!

Diyorum ki, bırakın o hayali göreyim, hayal olduğunu bile bile hem de.

Çünkü bazen hayali bile dünyaya değiyor çocukluğumun.

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.