Dolar 32,5490
Euro 34,7341
Altın 2.492,91
BİST 9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum 20°C
Az Bulutlu
Erzurum
20°C
Az Bulutlu
Cum 19°C
Cts 16°C
Paz 18°C
Pts 19°C

BİRİ BİRİMİZE O SORUYU SORARDIK

BİRİ BİRİMİZE O SORUYU SORARDIK
13 Nisan 2021 19:24 | Son Güncellenme: 13 Nisan 2021 19:52

YİNE bir mübarek aya; geçmiş yıllara oranla daha hüzünlü, daha buruk ve boynu bükük girdiğimiz bir gerçek.

Başta korona salgını olmak üzere, ekonomik durgunluk ve işsizlik gibi her geçen gün giderek büyüyen sorunların ağırlığı altında ezilen insanlar olarak aklımıza artık ne horoz şekeri, ne çatapat ve tapa tabancası yaramazlıkları, ne sahur davulu, ne Kale’den patlatılan top geleneği maalesef gelmiyor.

Sizi bilmem ama ben, bize ayrıcalık sağlayan, Erzurum’u farklı bir konuma taşıyan o hoşlukları, o güzellikleri sanki hiç yaşamamış gibi görüyorum.

*

Bugün Yoncalık’tan aşağı yürüyerek inerken, Bilmişoğlu Kuruyemiş’in önünde ERVAK Başkanı Erdal Güzel ağabeye gözüm ilişti. Vitrinden içeriye odaklandığı için beni fark edemiyordu. Birşeyler aradığı belliydi.

Arkadan omuzuna şöyle bir dokundum, “Hayırdır, ne arıyorsun ağabeyi?” diye şaka yollu sordum, “Horoz şekeri” cevabı alınca gülümsedim.

O cevap keyiflenmeme yetmişti. Beraber içeri daldık. Maalesef yokmuş, horoz şekeri kalmamış. İhtimalen bizim gibi başkaları da çocukluk anılarının peşine düşmüş olmalıydı.

*

Güzel Ağabeyi’nin horoz şekeri arayışı, anılarımı depreştirmeye yetmişti.

Gözümün önüne Dere Mahallesi’nde “İftariyee horooz şekeriii” cılız sesleriyle birlikte, anasının çamaşır selesine kırmızı renkli horoz şekerlerini dizerek satmaya çalışan mahalle arkadaşlarım geldi, “Hey gidi günler hey” diye haykırmak istedim.

*

İlginçtir; sabah da Taşmağazaları’nın nesli tükenmek üzere olan isimlerinden, çarşı kültürü ve esnaf adabı ile biçim almış, Kuyumcu Fikret Güvensin ağabey ile telefonla Ramazan sohbeti yapmış, ona da “Ağabey oruç musun, horoz mu” diye takılmaktan alamamıştım kendimi.

*

Öyle değil miydi; küçükken biri birimize o soruyu sorar, “İnanmıyorsan aha bak” der, dışarı uzattığımız dilimizi, tuttuğumuz orucun delili olarak gösterirdik.

*

Kimimiz tam, iftar saatine kadar tutardık, kimimiz de öğleye kadar tekne orucu!

Diyorum ki, bir zamanların edebi, adabı, ahlakı, sevgisi, saygısı ile öne çıkan, yol bilen insanlarının güzelliği ile adından sıkça söz ettiren Erzurum, tekne orucuyla emekleyen, sonrasında Dadaş kültürü ile biçim alan insanların eseri değil miydi?

*

Nerede şimdi o Erzurum!

*

Erdal Güzel ağabey ile ayaküstü sohbet ederken, Gazeteci Muhammet İspirli belirdi yanımızda. İspirli’nin bürosu Bilmişoğlu’nun bulunduğu binanın hemen üst katındaydı. Sohbete o da dahil oldu, lafladık. Üzüntülüydü. Kardeşi korona olmuş, hastanede tedavi görüyormuş.

Sevgili Emrah’a acil şifa diledik. Zaten insanın elinden de “Geçmiş olsun, Allah şifasını versin” duasından başka ne geliyor ki?

*

Az sonra herkes kendi yoluna koyuldu.

*

Yakutiye Belediyesi’nin omurgası gibi gördüğüm, Erzurum kültürünün özelliklerini ve güzelliklerini üzerinde “Dadaş Yeleği” gibi özenerek, itinayla taşıyan Cengiz Tosun’a uğramayı planlıyor, “İnşallah yerindedir” diye dua ediyordum.

Yukarı çıktım, odasının kapısı açıktı, Cengiz Tosun de yerindeydi. Duam kabul olmuştu!

*

Selamlaştık. Hal hatır sorma faslından sonra, Ramazan sohbeti yapmaya başladık. Laf lafı açıyordu. Meğer bizim, Erzurum olarak, bugün çoğunu yaşayamadığımız, acze düştüğümüz ne de çok geleneğimiz, alışkanlığımız, kültür hanemizi zenginleştirmiş uygulamalarımız varmış.

*

Aklımıza gelenleri, biri birimize nazire edercesine sıralamaya başladık.

İftar sofralarının vazgeçilmezlerinden “çorba, kıyma, kadayıf” menüsü geldi aklımıza. Belki çoğu insana inandırıcı gelmez ama, Ramazan geldi mi, Erzurum’da ıspanak karaborsaya düşerdi.

Çünkü ıspanak, adı “yumurtalı kıyma” olan ana yemeğin, en önemi malzemesini oluştururdu. Aile bireyleri de iftarda kıyma değil de az kıymalı ıspanak yediklerini bilir, asla itiraz etmez, şükrederek kalkarlardı sofradan.

*

Ramazan geldiğinde Erzurum’da vakti tanımlayan ifadeler değişime uğrar.

“Akşam ezanı kaçta okunacak.” sorusu, “Top atılmasına ne kadar var?” soru cümlesiyle kendiliğinden yer değiştirir. 

*

Arakadaşlarla buluşma vakti de artık “itardan” ya da “teravihden sonra” olur, sohbetler, parkta, bahçede yudumlanan çaylar eşliğinde sahur zamanına kadar devam eder.

*

Ramazan’da lokanta ve pastaneler kapanır, iftara açık olanların dışında kalan işletmeler tadilata girerler.

Oruç ayında sokakta kimse birşey yemez, içmez, sigara tüttürmez. Oruç tutmayanlar dahi, korkudan değil, saygıdan yeme-içme işini kapalı kapılar ardında yapar, dışarı öyle çıkarlar.

*

Ramazan’da yumurtalı pide yaptırmak isteyenlerin fırınlarda yaşattığı curcuna için insan “Keşke o rahatlığı yine yaşıyor olsak da, aynı curcunalara tanıklık etsek” demekten alamıyor kendini.

*

Yeri gelmişken, ESKİ Genel Müdürü Remzi Ertek’in, erzurumdanhaberler aracılığıyla yaptığı “su uyarısı”nı bir kez de buradan yineleyeyim.

Remzi ağabey, eriyen kar sularının “içilmez” hale getirdiği Paşapınarı’ndan uzak durulması gerektiğini Ramazan öncesinde özellikle tembih etmişti.

Kimilerinin tıpkı aşı konusunda olduğu gibi, ciddiye almadığı bu uyarıya hem kendisini, hem çocuklarını ve ailesini seven insanların kulak vermesinde yarar görüyorum.

*

Ramazan’ın ilk gününde bir nostaljik gezinti yapalım istedik.

Alvarlı Efe olarak gönüllerde yer edinen, memleketini Mevla’sına emanet eden Muhammed Lütfi Efendi’nin, “Ramazan’a güzel hürmet ederler” diyerek övdüğü Erzurum’un o eski güzel günlerini yakalamasının, yaşamasının mümkün olmadığını aslında hepimiz biliyor, görüyor, kahrediyoruz.

*

Tek umut, geride kalan kırıntılara sahip çıkmak ve ateşin tamamen sönmemesi için gayret göstermek.

Hani belki memleket, Anka Kuşu misali küllerinden yeniden doğar…

Benimki bir kuru hayal. Bunun farkındayım da…

Ne yani, çigirt de mi çıtlatmıyah!

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.