Dolar 32,3205
Euro 35,0717
Altın 2.280,74
BİST 9.029,00
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum 13°C
Az Bulutlu
Erzurum
13°C
Az Bulutlu
Cum 13°C
Cts 15°C
Paz 16°C
Pts 16°C

KAHT-I RİCAL RÜVEYBİDE

KAHT-I RİCAL RÜVEYBİDE
2 Eylül 2016 15:03 | Son Güncellenme: 2 Eylül 2016 15:10

Kaht-ı Rical konusunu Semerkand dergisinde 2006 yılı Mart ayında yazmıştım. O yazı binlerce okuma ve paylaşımla internettte dolaşıp duruyor. Mustafa Özcan’ın hadislerin dilinden hadiseler yazısını okuyunca yazımı bir daha gözden geçirip, yeni bir yorumla sizlerle paylaşayım istedim!
Eskiler adam kıtlığını, özellikle de ülke yönetimine ehil adamların kıtlığını “kaht-ı rical” diye adlandırmışlar. Kaht-ı rical, Osmanlı’nın son döneminde dilimize yerleşmiş bir deyim. Kaht; kıtlık, kuraklık ve kuraklıktan ötürü ürünlerin yetişememesi, rical ise belli mevki sahibi anlamına geliyor. (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat/Ferit Develioğlu). Bu iki kelime bir arada “muteber adam kıtlığı” anlamını taşıyor.
Günümüzde de ilim adamı, yönetici, bürokrat, iş adamı, kısaca toplumu yönetmek ve yönlendirmek için gerekli ehil adam kıtlığı manasına bir kaht-ı ricalden söz etmek, zannederim yanlış değildir ve mübalağa da sayılmaz.
Fenerle adam arayan filozof
Filozof Diyojen’in “gerçek adam”ı aramak için, gündüz fener yaktığını herkes bilir. Fenerle ne aradığını soranlara, onların dikkatini çekmiş olmanın hazzıyla: “Adam arıyorum, adam!” dermiş. Yani demek ister ki, suretâ adam/şeklen insan çok, fakat siretâ adam/ahlâkî ve manevi açıdan gerçek insan yok…
II. Abdulhamid’in kızı, babasının hatıratını ihtiva eden kitabında babasının; “Bu milletin uğradığı en büyük sıkıntı kaht-ı rical meselesidir.” dediğini nakleder. Ki o koca Sultan, sadrazam tayin etmek istemiş, fakat devlet adamı sıfatını taşıyan bir kimseyi bulamamanın sıkıntısı ile “Ah kaht-ı rical!” diye inlemiş.
Tarihten alamadığımız dersler 
Kaht-ı rical sorunu II. Abdülhamid’den evvel başlamıştı. Osmanlı son iki asrında hep bu sorunla karşı karşıya kaldı. O kadar ki, tarih sahnesinden silinmelerinin başta gelen sebeplerinden biri budur, dense yanlış olmaz.
Her şeyin parayla ölçüldüğü; makam ve rütbelerin insanî değerlerin önüne geçtiği; liyakatın değil isimlerin, dostlukların ve adam kayırmanın; gurur, kibir, ihtiras, benlik, çekemezlik, bencillik duygularının öne çıktığı bir toplumun çökmesinde nasıl bir gariplik aranabilir ki?
Bugün baktığımızda bunlar ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Ufkumuzun sınırlarını genişletebilmek için tarihin sayfalarına göz atmak belki fayda verir. Bu millet uzun zamandır hep bir kurtarıcı arayışında. Ve Osmanlıyı bitiren olumsuzluklar hâlâ yaşanıyor.
Eloğlu bakmaz göz yaşına
Abdüllatif Suphi Paşa’nın büyük oğlu Ayetullah Bey (Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ağabeyi), 1870 Prusya-Fransa harbi sırasında başyazarı olduğu “Basiret” gazetesindeki bir yazısında, Osmanlı’nın ordu ve mekteplerinde Alman terbiye sisteminin uygulamasını önermişti. Bunun üzerine Fransız sefiri de kendisini şikayet etmişti. Ayetullah Bey aynı zamanda Devlet Şûrası üyelerindendi. Şûranın başkanı Yusuf Kâmil Paşa idi. Ayetullah Bey’i çağırtarak şöyle dedi:
– Ben de biliyorum, haklısın ama devletin hali malum. Mağlup olan Fransızlar Almanlarla başa çıkamayınca biz zayıflardan öç almaya kalkışırlar. Yarın ara bulucu bir şeyler yazıver.
Ayetullah Bey üzgün ve düşünceli bir halde ayrılırken, Yusuf Kâmil Paşa kendisini durdurup şunları da söyledi:
– Fransız sefirinin şikayetini dinledim. Ama yazından asıl şikayetçi olan bir Osmanlı olarak benim. Bize, Fransız sistemi yerine Alman sistemi daha iyidir, demişsin. İyi de bizim bizi kurtaracak bir sistemimiz yok mu? Muhakkak bir el oğlunun ardından mı gideceğiz? Sen hakiki Osmanlı münevveri isen ona bir çare bul. Yani bizi kurtaracak kendi sistemimizi icat et. Ne zaman ki bunu başarabilirsin, o zaman elin öpülür.
Yusuf Kâmil Paşa 1870’de bunları söylüyordu. Aradan neredeyse 130 seneden fazla zaman geçmiş, biz hâlâ öpülecek o eli arıyoruz. Ve hep hastalığımızdır, başarılı olamadığımızda suçu başkalarına atmışızdır; dış güçler, karanlık güçler vs. tekerlemeleri ağzımızda sakızdır. Çiğner dururuz.
Beyzadeye prim verince
Yusuf Kâmil Paşa, devlet memuriyetlerinde şımarıklık eden, nüfuz baskısı yapan, memuriyet yeri beğenmeyen kimseleri sevmez ve tercih etmezdi. O devirde “Çingene Hüsam” olarak anılan ve aslı Kıptî olan Hüsamettin Bey’in oğlu Selahattin Bey, babasının vükelâ meclislerinin sevilen şahsiyeti olması dolayısıyla gönderilen memuriyetlerde fazla kalmaz, daima İstanbul’da iş isterdi.
Yusuf Kâmil Paşa’nın sadrazamlığı zamanında, Beyrut’ta olan vazifesinden yine ayrılmış, İstanbul’a gelmişti. Orasının sıhhatini bozduğundan dertleniyordu. Bunun üzerine Yusuf Kâmil Paşa, devletin üç kıtaya dağılmış yüzlerce ilinden boş memuriyet olanların listesini önüne uzattı:
– Bir yer tercih ediniz ve hemen vazifenizin başına gidiniz, dedi.
Selahattin Bey birçok sebep ileri sürerek İstanbul’da kalmak isteyince Paşa sinirlendi, şair Surûrî’nin şu meşhur beytini okudu:
“Baban kelp oynatırken bunca yıllar bulmayıp maymun,
Sen çingene oğlan, ayda bir ayı mı beğenmezsin?
Ve sonra gürledi:
– Bu devletin ekmeği her yerde ekmektir! Onu taşrada yemeye hak kazan, saçın-sakalın ağarınca da gel, İstanbul’da hazmet. Şimdi yıkıl karşımdan!
Cahilin gürültüsü ehili susturur
Bağdat, Diyarbakır ve Erzurum valiliklerinde bulunan ve bir dönem başkumandanlık yapan Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa, az konuşan, herkesi dinleyen ve düşüncesi sorulduğu takdirde fikrini söyleyen bir zat idi.
Sultan Aziz devrinin ilk senelerinde, Padişah doğu sınırlarında Ruslara karşı tabyalar (istihkâmlar) yaptırılmasını emretmiş, devrin tanınmış kumandanlarından bir komisyon toplanmıştı. Adet olduğu üzere bol bol konuşuldu. Abdülkerim Paşa ise konuşmalara daha çok dinleyerek katılıyordu.
Bir zaman tartışıldıktan sonra bir karara varıldı, haritalar hazırlandı, yapılacak tabyaların yerleri tespit edildi. Yine devrin gereklerine göre taslak “Padişah’a arz edilecek rapor” haline getirilmek üzere oylamaya geçildi. İşte o sıra oyu sorulan Abdülkerim Nadir Paşa hazırlanan projenin öylesine bir tenkitini yaptı ki, projeyi hararetle destekleyen ve evet diyenler hemen fikirlerini değiştirdiler. İçlerinden biri dayanamayarak:
– Peki, Paşa Hazretleri; burada günlerdir bu esaslar üzerinde görüşülür ve kararlar alınırken neden düşüncenizi söylemediniz?
Başkumandan gülümseyerek şöyle dedi:
– Bir kere, esaslar üzerine konuşulmadığı şu değişen fikirlerden anlaşılıyor, bu bir! Görüşülmüş karar alınmamış, iki. Bilenler ancak fikirleri sorulduğu zaman cevap verirler, üç. Dördüncü de, bu gibi komisyonların terkibinde asıl susması icap edenlerin konuşması şifasız bir hastalıktır.
Ruveybide Eşittir Kaht-ı Rical

Osmanlı’dan günümüze bakan başka hadislerden birisi de ‘ruvaybide’ hadisidir. Bu hadisin manası 1871 yılında Tanzimat ricalinden Ali Paşa’nın ölümüyle birlikte tahakkuk etmiştir. Resmen ruveybide olarak bahsedilen kaht-ı rical devri başlamıştır. Ali-Fuat Paşaların ölümüyle birlikte son büyük devlet adamları ve paşalar da tarihe karışmıştır. Ondan sonra da her tarafı ve özellikle de devlet erkini Hüseyin Avni Paşa ve Mithad Paşa gibi ruvaybide tayfası kaplamıştır.

Nübüvvet dürbünü ile gelecekte olacakları ve kıyamet alametlerini Müslümanlara haber veren Hz. Peygamber(s.a.v.) Efendimiz ruvaybide hadisi ile adeta Osmanlı devletine işaret etmiştir. Lakin hadis-i şerifle haber verilenler saadece Osmanlı ile sınırlı değildir.  Hadislerin Osmanlı üzerinde görülen işaretleri günümüze kadar devam etmektedir. Hadiste şöyle buyrulmaktadır: Ümmetimin başına aldatıcı yıllar gelecek ve bu yıllarda sadıklar yalanlanacak ve yalancılar tasdik edilecektir. Hain, güvenilir ve emin insan bilinecek, emin insan da hain muamelesi görecektir. Ruvaybide konuşacak ve başa buyruk olacaktır. Ya Resulullah: Ruvaybide kim ola ki? Diye sorulduğunda Resulullah şöyle cevap verecektir: Kamu adına konuşacak değersiz ve sefih adamdır (Müsned-i Ahmet Bin Hanbel, hadis no: 7713). Anlayacağınız ayaklar baş olacaktır.

Osmanlıyı baş olan yalakalar yedi, Abdülhamid Han’ı devleti batmaktan-yıkılmaktan kurtarmak için tahttan indiren İttihatçılar 10 sene içinde Osmanlıyı Mondoros ve Sevr’e mahkum etmişlerdi..

Ne demişler tarih geçmişlerin masalları değildir..

İbret ve ders almak isteyenler için bir öğüttür.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.