MEHMET ŞENER…
UÇAĞIN yarısı gazeteci doluydu…
Ankara’ya, Erzurum Tanıtım Günleri’ne davetliydik.
Gidecek, Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) bu yıl 6’ncısı yapılan tanıtım günlerini izleyecek, haber yapacak, biz de o tanıtıma kendi çapımızda katkı sağlayacaktık.
***
Gittik, gördük, yazdık!
En azından biz, erzurumdanhaberler.com olarak öyle yaptık.
***
Gazeteci, olaylara eleştirel gözle bakar. Düstur budur.
***
Yıllardan beri kalemimi bu düsturdan hareketle, hiç de eğilip, bükülmeden oynatmaya çalıştım, riyakarlık yapmadım, doğru bildiğim yolda yürüdüm, özellikle Erzurum’a kol, kanat germeye çalıştım, dertleriyle dertlendim, hemdert oldum, olmaya da devam ediyorum.
***
Bazen akıllara “gazeteci kimdir?” sorusu takılır.
***
“Gazeteci, habercidir. Haberci de, haberin kokusunu alan insandır.”
***
Tabi sadece koku almakla bitmiyor iş. Bilgiyi toplamak, haber şekline dönüştürmek, varsa görüntü almak, ya da fotoğraf çekmek…
Tüm bunları “zamanla yarışırcasına” eksiksiz yerine getirmek ve yapılan haberi yazıişlerine servis etmek!
***
Budur gazetecinin görevi. Sonrası mutfaktakilere, yani yazıişleri masasında oturanlara kalmış. Haber ister kullanılır, ister kullanılmaz, ister manşete çekilir, ister çöpe gider.
***
Biz kalktık böyle gördük, bize gazeteciliği bu şekilde öğretti ustalarımız.
***
Günümüzde eskisi gibi gazetecilik yapılıyor mu, tartışılır.
***
Hele “özel haber” ya da “atlatma haber” kavramlarını unutalı çok oldu.
Artık “ajans haberciliği” revaçta. ver parayı, al haberi. “Bul karayı, al parayı” gibi bişey…
***
Düşünün ki, bir haber yayınlıyorsunuz, haberden habersizsiniz. Çünkü haber sizin değil, bir başkasının. Ne olmuş, ne bitmiş bilmiyorsunuz bile. Öylesine yayınlıyorsunuz işte!
***
Gazete manşetlerinin çok çok ucuzladığı böylesi bir dönemi hiç yaşamamıştık biz.
Bu pespaye görüntü her yerde aynı. İstanbul neyse Erzurum da o!
Ya da Ankara ile Kars’ta yapılan habserciliğin biri birinden pek de farkı yok.
Al birini, vur ötekine!
***
Bu kirlilik içinde gazetecilik yapmak, o beceriyi göstermek gerçekten çok zor.
***
Bizim yaptığımıza gelince…
Alışkanlığımızdan kaynaklanan “boşa kürek çekme yarışı”ndan başka bir şey değil.
Buna “mesleğe duyulan saygının bir göstergesi” de diyebilirsiniz.
***
Öyle bir ortam düşünün ki, örneğin Erzurum Tanıtım Günleri’nde olduğu gibi, erkes “lay lay lom” yaparken, siz haber peşindesiniz.
***
Bir iki canlı yayın ekibi dışında, kimsenin haber diye bir niyetinin olmadığını da biliyor, yine de “haberi yetiştireyim” diye acele ediyorsunuz.
***
Sonra…
Sonrası; görevini yapmış olmanın verdiği bir rahatlık ve huzur.
“Geldim, gördüm, yazdım” diyor, o iç huzuru doyasıya yaşıyorsunuz.
***
Ankara’da kaldığımız süre içinde birkaç haber yaptık, güzelliklerin yanında, olumsuz gördüğümüz konulara da dikkat çektik.
Hatta organizasyondan sorumlu arkadaşlara, bir sohbet ortamında çok şeyler anlattık, “Eğer böyle devam ederse, en azından biz bir daha Ankara’ya gelmeyiz” de dedik, bu arada uyarılarımızı da ardı ardına sıraladık.
***
Siz işinizle ilgili konularda böylesine dikkatli davranıyor, hassasiyet gösteriyorsanız, istiyorsunuz ki, konuya vakıf insanlar, mesela meslektaşlarınız da o hassasiyetle hareket etsin.
***
Ama ne gezer!
***
Selfie nedir bilmem, kendi fotoğralarımı paylaşmaktan hoşlanmam, kendi reklamını yapmayı “ar” sayar, utanırım.
***
Sevgili Nihat Kılıçoğulları, Ankara gezimiz sırasında onlarca kare fotoğraf çekmiş. Çekilen o kadar fotoğrafın içinde bir kare de bize denk gelmiş olmalı ki, haberimiz bile olmadan sosyal medyada Anıtkabir’in Aslanlı Yolu’nda çektiği o fotoğrafı paylaşmış.
***
Yılların gazetecisi, çok tecrübeli ve deneyimli bir arkadaş, Talat Uzunyaylalı da o fotoğrafa bakarak “kehanet göstermiş” ve sanki biz de “turistik bir geziye çıkmışız” gibi düşünerek, Pusula Gazetesi’ndeki köşesinde bize de dokundurmuş.
Hem de ne hak yere.
***
Kendisine gereken cevabı, yazısının altına yorum yaparak verdim.
Hatasını anlamış olmalı ki, incelik gösterdi, sadece teşekkür etmekle yetindi.
***
Ama asıl sürpriz refikimiz sevgili Mehmet Şener’den geldi.
***
Palandöken Gazetesi’ndeki köşesinde “Talat ve Öztür Bey’e bir çift sözüm var” başlığıyla bir yazı kaleme alan Şener, yazısının sonunu “Siz şimdi eften püften bir mesele için, kalemlerinizi birbirinize kılıç olarak kullanma lüksüne sahip değilsiniz” diye bağlamış.
***
Elhak doğrudur.
Memleketin yığınla sorunu, sıkıntısı varken, işi dedikodu boyutuna indirgemek elbet doğru değil.
Ama susmak da, yapılan haksızlığı kabullenmek anlamına gelirdi; biz de cevap hakkımızı kullandık.
***
İsabet olmuş, çünkü o yazılanlar Mehmet Şener’e ilham vermiş.
***
Şener’in “http://www.palandokengazetesi.net/talat-ve-ozturk-bey-e-bir-cift-sozum-var-27553m.htm” yazısını okurken, bir şey çok dikkatimi çekti.
Şener, “ağabeyim” dediği ve çok şey öğrendiğini özellikle belirttiği Talat Uzunyaylalı’ya karşı alicenaplığını gösteriyor, “İki kişiden birisini tutmam gerekirse, elbet Talat ağabeyiyi tutarım” diyordu.
***
Şener’i takdir ederken, Talat’ı da kıskanmaktan alamadım ve her ikisi için de “helal olsun” dedim kendi kendime.
Dostluk böyle oluyormuş demek ki.
***
Biz de dünden-bugüne nice insanlarla beraber çalıştık, haber peşinde koştuk, aynı çatı altında iyi-kötü günler yaşadık, çorbaya birlikte kaşık salladık, güya kader birliği ettik.
***
Bırakın Şener gibi güzel yazı yazmayı, hoş şeyler söylemeyi de…
“Bir Allah razı olsun” diyenine bile rastlamadık.
***
Hani öyleleri var ki, dün kolumuza girenler, ya da koynumuzda beslediklerimiz…
Bugün ellerinden gelse, bir kaşık suda boğmaktan çekinmeyecekler bizi.
Allah büyük…
Sahibimiz de O…
Şükrediyorum Rabbim’e.
***
Hakkımızda açık yüreklilikle güzel yazı yazan, gönlümüzü okşayan bir sevgili Cem’i (Atmaca) bilirdim, bir de Mehmet Şener’i gördüm şimdi.
***
Şener ile geçmişte karşı karşıya gelmişliğimiz, biri birimizin aleyhinde yazmışlığımız çok olmuştur.
***
Tüm olumsuzlukları, yaşanılan yanlışları, hataları, haksızlıkları unuttum bugün.
O yazı unutturdu bana her şeyi.
***
Teşekkürler Mehmet Şener…
Dostlarıma, dost bildiklerime inat…
İyi ki varsın dostum.
Dostluğun, abiliğin bize yetiyor güzel vefakar insan.orhan yildirım